Bir önceki yazımda bahsetmiştim,Defne ile iletişim kuramama çıkmazında kaldığımı,kaldığımızı.
Ve uzman yardımı almaya başladığımızı.
Aslında sadece 13 Ekim'den bu yana hem O hem ben terapi görüyoruz.
Ve aslında her geçen seans sonunda her şeyin 'kendine bakmak,içini görmek,boğazındaki taşları dökmek'ile düzelmeye başlayacağını veya başladığını gördüm.
Kendim ile ilgili yüzleşmelerimi cümlelere dökebilmem için oldukça erken.
Daha vakti var.
Defne'nin kaygılarıyla baş ederken O'na yaşattığım yanlış tutumları anlatmaktı bu yazımın amacı.
Çevremdeki birçok bilinçli anne gibi ağlayan,istediğini veya istemediğini AĞLAYARAK anlatan bir çocuğa ''AĞLAMA'' mesajının verilmemesi gerektiğini gayet de biliyordum ama sadece ''CÜMLE'' olarak.Ve yaşadığı her krizde Defne'ye ben de dahil olmak üzere herkes;
-Neden ağlıyorsun bakıyım sen şimdi?
-Bunda ağlanacak ne var?
Ve hazır mısınız en kabus!!sorular.
-Ağlamadan söyle! (bizim hala tuzağına düşmüş olduğumuz,bir nevi sakız soru)
-Ağlamanı bitir,öyle gel.
-Git odanda ağla,rahatla,öyle gel.
Vs,vs gibi cümlelerle ''telkin''verdiğimizi sanıyorduk.Bunların tabii ki telkin değil,düpedüz ''yalnızlaştırma,baskılama''olduğunu gerçek anlamda idrak edene kadar.Bunu idrak etmemde en çok işe yarayan örneklendirme ise yine kendime bakma ile oldu,çocukluğuma bakmak ile.
Şimdi kafamda ki afiş şu ağlayan bir çocuk görünce:
Ağlayan çocuğa ağlama telkini VERME!!
Size birkaç sorum olacak.
Moraliniz bozuk,sıkıldınız,kafanızı dağıtmak içinizde oluşan,artan kaygıyı dağıtmak için neler yaparsınız?
-Ağlarım.( Bakınız siz de ağlıyorsunuz ve evet haklısınız bazen size de ağlama telkini veriliyor)
-Kahvemi içerim.
-Sigara içerim.
-Yürüyüşe çıkarım.
-Twitter'a dalarım.....
Bizim listeler uzayabilir.
Bizler yetişkiniz,üzerimizdeki baskıyı azaltma yollarını bir şekilde bulmuş,tecrübe etmiş konumdayız.
Peki ya O?
Yaşadığı kaygının üzerinde oluşturduğu baskıyı nasıl dağıtacağına dair hiçbir alternatif bulgusu yok kayırlarında henüz.
Muhtemelen sistemdeki en güzel kaygı öğütücü ''ağlamak''.Stres bulutlarını dağıtabilmek için,ilgi kapısını aralayabilmek için,iş birliği için.Kimi zaman sadece ağlayabilmek için,elindeki tek SOS feneri.
Ve biz kimi zaman bu fener yanıp sönerken,elindeyken,hoop alıp,çöpe atıyoruz.
Sonuç?
Kazanç?
Bence sonuç,yalnızlaştırılan ve duygusuzlaştırılan bireyler.Kazanç ise kısa vadede o an için susan bir çocuk ve şişmeyen bir kafa.
Ve ama uzun vadede ki resim pek hoş değil.Çünkü uzun vadede,aileden dayanak olamayacağı mesajlarını alınan bu çerçevede kendine çıkış yolları aramaya başlayan bireyler.
Ergenlik yaşantısında veyahut yetişkin hayatında aldığı ilk darbelerde,travmalarda içinde açılan yaraların pansumanı için ''anne-baba'ya'' değil,sokağa koşan bireyler.
Nasıl yani mi?
O da başka bir yazıya olsun.
''Ağlamak güzeldir,
Süzülürken yaşlar yüzünden,
Sakın utanma ''
Ne kadar anlamlı ve güzel bir Sezen şarkısıdır şimdi daha iyi anladım.
Sevgimle....
Ve uzman yardımı almaya başladığımızı.
Aslında sadece 13 Ekim'den bu yana hem O hem ben terapi görüyoruz.
Ve aslında her geçen seans sonunda her şeyin 'kendine bakmak,içini görmek,boğazındaki taşları dökmek'ile düzelmeye başlayacağını veya başladığını gördüm.
Kendim ile ilgili yüzleşmelerimi cümlelere dökebilmem için oldukça erken.
Daha vakti var.
Defne'nin kaygılarıyla baş ederken O'na yaşattığım yanlış tutumları anlatmaktı bu yazımın amacı.
Çevremdeki birçok bilinçli anne gibi ağlayan,istediğini veya istemediğini AĞLAYARAK anlatan bir çocuğa ''AĞLAMA'' mesajının verilmemesi gerektiğini gayet de biliyordum ama sadece ''CÜMLE'' olarak.Ve yaşadığı her krizde Defne'ye ben de dahil olmak üzere herkes;
-Neden ağlıyorsun bakıyım sen şimdi?
-Bunda ağlanacak ne var?
Ve hazır mısınız en kabus!!sorular.
-Ağlamadan söyle! (bizim hala tuzağına düşmüş olduğumuz,bir nevi sakız soru)
-Ağlamanı bitir,öyle gel.
-Git odanda ağla,rahatla,öyle gel.
Vs,vs gibi cümlelerle ''telkin''verdiğimizi sanıyorduk.Bunların tabii ki telkin değil,düpedüz ''yalnızlaştırma,baskılama''olduğunu gerçek anlamda idrak edene kadar.Bunu idrak etmemde en çok işe yarayan örneklendirme ise yine kendime bakma ile oldu,çocukluğuma bakmak ile.
Şimdi kafamda ki afiş şu ağlayan bir çocuk görünce:
Ağlayan çocuğa ağlama telkini VERME!!
Size birkaç sorum olacak.
Moraliniz bozuk,sıkıldınız,kafanızı dağıtmak içinizde oluşan,artan kaygıyı dağıtmak için neler yaparsınız?
-Ağlarım.( Bakınız siz de ağlıyorsunuz ve evet haklısınız bazen size de ağlama telkini veriliyor)
-Kahvemi içerim.
-Sigara içerim.
-Yürüyüşe çıkarım.
-Twitter'a dalarım.....
Bizim listeler uzayabilir.
Bizler yetişkiniz,üzerimizdeki baskıyı azaltma yollarını bir şekilde bulmuş,tecrübe etmiş konumdayız.
Peki ya O?
Yaşadığı kaygının üzerinde oluşturduğu baskıyı nasıl dağıtacağına dair hiçbir alternatif bulgusu yok kayırlarında henüz.
Muhtemelen sistemdeki en güzel kaygı öğütücü ''ağlamak''.Stres bulutlarını dağıtabilmek için,ilgi kapısını aralayabilmek için,iş birliği için.Kimi zaman sadece ağlayabilmek için,elindeki tek SOS feneri.
Ve biz kimi zaman bu fener yanıp sönerken,elindeyken,hoop alıp,çöpe atıyoruz.
Sonuç?
Kazanç?
Bence sonuç,yalnızlaştırılan ve duygusuzlaştırılan bireyler.Kazanç ise kısa vadede o an için susan bir çocuk ve şişmeyen bir kafa.
Ve ama uzun vadede ki resim pek hoş değil.Çünkü uzun vadede,aileden dayanak olamayacağı mesajlarını alınan bu çerçevede kendine çıkış yolları aramaya başlayan bireyler.
Ergenlik yaşantısında veyahut yetişkin hayatında aldığı ilk darbelerde,travmalarda içinde açılan yaraların pansumanı için ''anne-baba'ya'' değil,sokağa koşan bireyler.
Nasıl yani mi?
O da başka bir yazıya olsun.
''Ağlamak güzeldir,
Süzülürken yaşlar yüzünden,
Sakın utanma ''
Ne kadar anlamlı ve güzel bir Sezen şarkısıdır şimdi daha iyi anladım.
Sevgimle....
1 yorum:
Dogru bildiğimiz yanlışlar ve bile bile yaptığımız yanlışlar o kadar çok ki ....hemen sonuç bekliyoruz bir süreç olduğunu hep unutuyoruz ...bir es alıp başlasak kendimize hakim olup doğru yolda yürüyeceğiz unutmasak hep hatırlasak onların çocuk olduğunu . Hayatın her alanı için hepimize kolay gelsin
Yorum Gönder